Bu Blogda Ara

24 Temmuz 2009 Cuma

Karne

Geçen gün Çağla ile mesajlaşırken aklıma gelmiş eski bir şiirim; son bölümünü unutmuştum ama buldum çıkardım. 1997'de yazmışım bu şiiri. Yalnız adı aklımda bir çocukluk aşkına; Sibel'e...
Acaba ne yapıyordur şimdi.

KARNE

Şiirde geçer notum,
İnsanlık iyi.

Hayattan ne aldım bilmem ama
Aşktan kaldım daima,
Zayıfım zayıf.

Belki silemem kalp çiziklerini,
Yetmez paletimdeki renkler,
Sesler yetmez,
Anlar yetmez taklide seni.

Ama bir dur,
Bir yaş daha devireyim hele,
Bitmiş bir kitap gibi koyayım onu da kenara,
Sonra yükselir belki notlarım,
Şiirden,
Hayattan,
İnsanlıktan kalsam da,
Geçerim aşktan belki...

Şiirsiz aşk olmaz mı dedin, duymadım;
Kapalıydı gözlerim;
Anlamadım hayatın aşk olduğunu;
İnsan gerek dedin,
Dedim ya insandı aşk;
Aşktı insan.
Ama tutsak;
Hem ki yürekte, faziletle, içkin.

Şiirde geçer notum,
İnsanlık iyi.

Hayattan ne aldım bilmem ama
Aşktan kaldım daima,
Velev ki zayıfım zayıf.
24.08.1997

Ağaç Altı

Meğer ne kadar da sıkılmışım bu yaşamın keşmekeşinden. Hani rüzgarın o fısıldayan sesini; ağaç yapraklarının titremelerinden çıkan o kendine has şıpırtıyı, sakince bir gölgede oturabilmeyi ne kadar özlemişim meğer...
2 saatçik; sadece 2 saatçik oturabildiğim o güzel köşeden alelacele kalmak zorunda kalmak kötü de olsa; boş bir sohbet -ki zihne iyi gelir- ile sıcak arasında kalmış o köşe cennet gibi geldi birden.
Yorulmuşum sanırım hır gürden.
Uzakta kalmaktan.
İçinde olmaktan hayatın ya da sadece yetememekten.
Bilmem başka neden neden...

Arada güzel 2 saatlere daha sık ihtiyaç duymak neden? Yaşlanııyor muyum acaba ben de? Ya da ruhum yine benden 10 yaş mı ilerde?..

"Ama boşluk, sonsuz düşlerde kendine çıkan sokak
Teslim olmak için teslim alan gerekmiş"

Bir ne ne var biliyor musunuz?
Bir anda içinize bir acı düşer gibi olur ve şunu adeta tıslarsınız : O da büyüdü be!..

Ağaç gölgesi büyüdü...
Yaş büyüdü, yaşam büyüdü...
O da büyüdü be...
On sekiz oldu bile...
Dönmek için ömrün kalanı verilecek yaş...
Ah be ah!..

22 Temmuz 2009 Çarşamba

Şeklin Cismi Yok

Çok boş,
Çok sessiz,
Issız günlerde.

Kabul, ağlamak yok
Hani ağıt,
Hani hüzün,
Hani pişmanlık...
Söz!

Teklifim buruk,
Yalnızlığım koca bir gök,
Ilık bir kainat doğuşu.
Ama bakir.

Ama boş!..

Kıvrak aklım almıyor
Şeklin cismini.
Cisim yok.
Buğusuna terk ellerimde varlık.
Varlık yok.
Kusur yok.

Her şey var şeklen,
Şeklen var her şey,
Cisim yok,
Bende yok,
Yok!..

21 Temmuz 2009 Salı

Yarım Sarhoş Hayal

Küçük çakıl taşlarını saydığım gece sessiz
Buğulu ışıltısında çim kokan denize bakıp
Yalnızlığıma ağlıyorum.

Sorsam,
Eşlik eder bana belki bir ayyaş.
Sarhoş derinliğinde boğulur da
Unuturum belki
Biraz da olsa
Seni.

Biraz da olsa
Kavuşurum
Belki sessizliğe.

Ama hayal bu;
Biliyorum.

Sarhoşun nefesi,
Çim kokusu denizin,
Seni düşünmeden geçen an
Hayal.

Ne olurdu bir hayalden
Yalnız bir sabah
Ayılmasam?

10 Temmuz 2009 Cuma

Sınırın Güneyinde, Güneşin Batısında

Kişi olarak duygulanmayı ne zaman keşfede­riz? Aşık olduğumuzda belki; belki de ilk gençliği­mizde keşfedip sonra da sıkça kullandığımız bir alış­kanlıktır aşk. Ama bazen de tutku, aşın içinde, cinsel­likten çok ötede bir yerde duruyor gibidir. Bazen his­settiğimiz şey, aslında hissetmek istediğimiz şeydir. Böyle zamanlarda arada kalırız zaten. Tercihler bizi zorlar; kararsızlıklar dengemizi bozar; duygular hak­kındaki alışkanlıklarımız değişir, ezberimiz bozulur; bir de bakarız ki hayatımız hiç olmadığı bir kulvara atlayıvermiş. Sonra bir manevrayla, bazen zorunlu ba­zen tesadüfî, bazense sadece seçimlerimizden kaynak­lanan bir değişimle doğruya değil belki ama meşru olana yaklaştırırız kendimizi.

Aynı Hacime’nin yaptığı gibi. Kendisine ait du­ranlarla sırlar içinde kalmış olan başka bir gerçekliğin ayırtına vardığı gibi fark ederiz biz de yaşamda atma­mamız gereken bir yükü boş yere atmaya çalıştığı­mızı…

Murakami Haruki’nin basit bir dille yazılmış ama inanılmaz etkileyicilikteki romanı Sınırın Güne­yinde, Güneşin Batısında, sade kurgusuna ve klasik roman özelliklerine bakıldığında, şeklinden beklenme­yecek bir bağlayıcılığa sahip. Satırlara gömülüp de Hacime’nin yolculuğuna eşlik etmeye başladığınızda, kendinizi bir an on iki yaşında düşlüyorsunuz. Tam o yaşınızın heveslerine kulak verirken, birden 16 yaşının çalkantılarına geçiyorsunuz; ardından da 37 yaşın karmakarışık, değişimlerle dolu dönemine. Ve roma­nın bence esas kişisi olan Şimamoto ile ilişkimiz ilerle­dikçe görüyoruz ki aslında kendimizden bile ne çok şey saklıyoruz.

Japonya’nın en önemli yazarlarından biri olan Haruki ile olan tanışıklığımız, aslında bizim Hacime ile olan tanışıklığımın üzerine şekilleniyor. Hacime’nin ağzından anlatılan romanın belki de en silik ama bize en çok şey öğreten karakteri de hiç kuşkusuz Hacime’nin eşi Yukiko’dur.

Japon ekonomisinin ve her zamanki para hırsla­rının gölgesinde kalan arzulara da eleştiri getirilen bu roman, kişiliğimizin esasta satılık bir duruşu olmadı­ğını bize aktarmaya çalışıyor. Bununla birlikte, insan ilişkilerinin donukluğuna da değinmeden geçmemiş. Aslında bize çok yabancı olan Japonlar’ın da, bizler gibi düşündüklerini bilmek, bizler gibi heveslere sahip olduklarını görmek şaşırtıcı bir deneyim olabilir. Kim bilir, belki de Hacime haklıdır; bazen çok sevdiğin bir insanla, saatte seksen mille aynı aracın içinde seyahat ederken, direksiyonu sağa kırmak ve birlikte ölmeyi istemek mantıklıdır ve esas mutluluk odur; sahte ve günlük koşullar değil; para hiç mi hiç değil!..


***

Aslında diğer yandan bakıldığında, eşitlikle eşitsizliğin bir denge oluşturduğu gibi, parayla aşkın da saadet getirmek ve yaşamı yaşanır kılmak konusunda koşulsuz bir birliktelik içinde olduğu ve bir denge oluşturduğu görülür. Parayla saadet olmaz sözünü anımsatmanın yanında, kendimiz için hemen hiçbir şey yapamamış olmamız da, acınabilirliğimizi arttırıyor.

Sonuç olarak, hepimizin yaşamak istediği güzel bir hayat var ama çok kez yaptığımız küçük hatalar ve bazen de tercihlerimizin bizi alıp götürdüğü yerler, hep bir mutsuzluk oluveriyor. Kendimizi bulmak ve yalnızlığa dökülebilmek için, gereksinim duyduğumuz şeyse her şeyin ötesine geçebildiğimiz bir bakış oluveriyor bazen. Öyle kutlu ve öyle azimli durabilmek için yıkılanı görmek gerekiyor. Ve o acıyı içimizde hissetmek. Çünkü yaşam, bir tek o zaman tamamlıyor oyununu ve bize küçük bir hediye olarak huzuru veriyor.

8 Temmuz 2009 Çarşamba

Güzel Bir Paragraf

“Zamanın deliliklerine kapılacak adam değilim ben; çevrem çalkansa da aklımı korumayı bilirim. Öte yandan, istiridyelerin incilerini yaptığı gibi kanılar biçimlendirip sonra üstüne kapanan, şu dar kafalı ve küstah yaratıklardan da değilim. Kendi düşüncelerim, kendi kanılarım vardır ama dünyanın soluk alıp verişine sağır değilim.”
Yüzüncü Ad – Amin Maalouf