Bu Blogda Ara

25 Eylül 2010 Cumartesi

Tortu

Bana sokul; kollarım sarsın seni az bir izin ver de,
Gözyaşlarını kurulayan elim tesellin olsun,
Yüreğinde kıpırdanan bir buğu, bir tortu demli çayın bardağında.

Bilmem bu bahar yeniden güneş doğduğunda
Senden ne kadar uzak kalacağız.

Oturup da falımıza bakalım, bakalım baklalarda ne görecek asrın gözler
Çünkü şişesinde kadeh kusan şarap gibi bir ayrılık
Ve duru düşler ülkesinde bir sabah olalım.

Doğru, tüm bunlar kocaman bir yalan;
Senden büyük, benden büyük, gerçeklerden büyük.
Zavallım;
Kurbanın kollarını kırarken ben, nerdeydin?

11 Ağustos 2010 Çarşamba

Küreselleşme Toplaşmak Demek Olmasın?

Küreselleşme ne demek konusunda birkaç gündür ilginç yorumlar gözüme çarpmaya başladı. Yani en az otuz senedir somut olarak içimzde, tepemizde, cebimizde olan bir kavramın ne olduğunun hâlâ tartışılıyor oluşu baştan bir garip gelmiş olsa da bana, şimdilerde bu kavramın da başta ifade ettiklerinden çok başka şeyler ifade etmeye başladığını gördüm.

Küreselleşme, ekonomik bir kavram olarak çıktı karşımıza ama görüyoruz ki sadece ekonomik bir büyüklük değil; aynı zamanda, sosyal, kültürel, politik, sanatsal ve etik bir kavram da. Bir topluluğu birlikte yaşayan bir toplum haline getirmek için gerekli tüm şartları, kökensel ve coğrafi tüm uzaklık ve farklılıkları görmezden gelerek ortaya koyması nedeniyle, toplumsal ve yönetimsel ciddi bir boyutu da var demektir.

30 Haziran 2010 Çarşamba

Gitme Telaşı

Daha ne gördün ki hayattan gitme telaşındasın;
Sardunyaların on mevsimde bir bal açtığını göreceksin daha,
Kafese konan bir kuşun yavrusunun yavrusunu nasıl sahiplendiğini,
Gece inen puslu havanın ömürde belki tek kez kalbe dolduğunu,
Daha ne gördün ki hayatta, gitme telaşındasın...

Eskilerin sessizliğine hürmette kusura çıktı artık sessizliğin,
Bir zamanlar gülmekten kasıt yaşamaktı; şimdi yaşamak başlı başına kahır,
Haklısın bu devirde zor yaşamak, yaşamak çok çok zor,
Ama daha ne gördün ki hayatta gitme telaşındasın?..

16 Haziran 2010 Çarşamba

"BENDEKİ SEN"

Bir süredir hiç yapmadığım bir şey yaptım ve Sagopa Kajmer ve Kolera'nın yeni albümleri "Bendeki Sen"i satın aldım. Şarkıları internetten indirmek, hiç CD satın almamak gibi bir huyum yok; bir süredir yeni şarkılara kapatmıştım kendimi. Son satın aldığım albüm de kuvvetle muhtemel ki yine Sagopa Kajmer'in albümüydü.
Henüz dinlemeye fırsat bulamadım, şu an CD'yi bilgisayara kopyalıyor bilgisayarım ve akşam ev yolunda cep telefonumdan dinlemek istiyorum yol boyu bu albümü. Yok çok uzun sürüyor, en az iki saat ama sanırım en az iki kez dinlememe fırsat verecek bu yol uzunluğu. İlk kez bir işe yaradı sanki.
Dinleyeyim, albüm hakkındaki ayrıntılı yorumlarımı da paylaşacağım sevgili okur. Şimdi çalışmak zamanı...

14 Haziran 2010 Pazartesi

Kanımca...

Gündeme dair bir kaç laf:

Kanımca bu gündemdeki eksen kayması, İsrail çıkartması ve dahası İran'la kankalık vaziyetinin arkasında gene başka bir takım bireysel kese doldurma, adam kayırma, zümresel zenginleşme, adam yerleştirme operasyonları var. Bakalım bu sefer hangi hacı hoca takımı servetlerini genişletecek, kendilerine üye daha kimler olmadık yerlere atanacak.

Kanımca bu SBS saçmalıkları artık garip bir hal aldı. Milli Eğitim Bakanlığı'nın bu ülkenin eğitimine uzun yıllardır negatif katkısı vardı, bu sınavla daha da arttı. O kadar lise var, mezvuu kimi nereye yerleştireceğinse, herkesi toplu bir sınava sokmanın ne gereği var? 4 not ortalaması sınırı koy, üstündekileri sınavla Anadolu Lisesi, Fen Lisesi filan yerleştir, kalanını mesleki eğitime yönlendir. Yarış atı çocuklara yazık; ilkokulda daha öğrencilerin bazıları 1 sene ilerisinin müfredatını görüyorken, bazı 5. sınıf öğrencileri okuyamıyor. Bunları aynı sınavda değerlendirmek doğru mu? Gerçi 5 senede okuyamayanların da neden okuyamadıkları da ayrıca derin bir konudur.

Kanımca yeşil ekran, yeşil enerji, yeşil politika yine bir ekonomik çıkarsallık sistemi olarak karşımıza çıkıyor hem de vicdanlarımıza hükmederek. Küresel ısınmanın sadece karbonla mı ilgisi olduğu tartışıladursun, alınmaya çalışılan önlemlerin de bir hayli garip olduğunu söyleyebilirim. Su tasarrufu için bulaşık makinası kullanmayı öneren firmaların o makineleri üretmek için ne kadar karbon saldığı hesaplanmış mı acaba? Hatta bizim gibi elektiriğini de yakıt yakarak ele eden ülkeler için o aletlerin işletme enerjisinin karbon salınımı ne kadar acaba?

Kanımca ekonomi her işin anası haline geldiğinden beridir, devletler dahil her türden organizasyonun gözünü para bürüdü. Biz de bunun tepe yaptığı noktada dünyaya gelme şanssızlığındayız. Gerçi bu küresel krizden sonra liberalin, kapitalistin ve emperyalistin önde gideni Amerikan sistemi bile sosyalleşmeye, sosyal paylaşımlara yönelmeye başladı, emeklilik sistemini revize etmeye, buna bağlı olarak da sağlık sistemini herkesin ücretsiz kullanımına açmaya başlayarak, devletin kendi vatandaşları üzerindeki kapitalist emellerin artık gerilemeye başlayacağının işaretlerini verdi ama bizler nereye harcandığı belli olmayan dünya kadar parayı vergi adı altında devlete vermekteyiz. Şeffaf bütçede yuvarlak adlar altında bir sürü paralar var, ancak hiçbir ayrıntısını bilmiyoruz.

Kanımca son zamanlardaki terorist dalgalanmaların yeni can kayıpları ortaya çıkaracağı günlerdeyiz. Hatta ortam biraz daha gerilebilir. Öteden beridir bir takım aklı evveller, saf ve bilgisiz ve aileden sorunlu insanları kandırıp garip, aptal saptal işlerde kullanır. Bu yalnızca şu andaki terör olayıyla ilgili değil, daha da başka her yerde geçerlidir; hayat kadınları filan başka başka örnekleri bunun. Ama nasıl olur da bununla mücadele silahla olur onu anlamam. Cehaleti silahla yenip, vatandaşlarının ailelerindeki huzuru silahla sağlayabilmiş bir devlet var mıdır? Polis, yıllardır uyuşturucu kaçakçıları, hırsızlar, hayat kadınları, dolandırıcılar vs konusunda ne kadar başarılı olabilmişse, asker de bu terör konusunda o kadar başarılı olacaktır. Ve ama fakat, bu açılım da ayrı bir saçmalık. Eğitim götürmenin adı açılım olsa eh belki kabul ama kabuk değiştirmiştir bir ötekicilikten başka bir şey değil bu açılım. Kan dursun istiyorum ben de. Sadece askerin kanı değil, trafikte her yıl kurban verdiğimiz binlerce insanın da kanı dursun mesela. Eğitim, eğitim, eğitim...

Kanımca daha söylenecek çok şey var lakin iş bekliyor, devamı yakında sevgili okur...

11 Haziran 2010 Cuma

Perişanım

Ne ağzımın tadı var ne canda huzur
Gönül nasıl derin bir kederde
Aşkından ümidi kestim hiç olmazsa
Evim şenlensin sohbete gel de
Sen hiç fark etmeden kalp kırmadın mı
Merak edip vicdanına sormadın mı
Ne yaptım ben sana bu kadar
Nihayet ben de bir anadan doğmadım mı?


Bir şarkının bu kadar farklı duygular hissettirdiği günlerin çok gerilerde kaldığını düşünürken yeniden bir şarkıyla hissetme başlamanın ağır yükü altına girdim sevgili okur.

31 Mayıs 2010 Pazartesi

Kalp Ağrısı

Ruhum feda etti seni,
Git.

Bir akşam günün sessiz saatlerinde attığım çığlık gibi kulaklarımda kaldı eses sesin.

Ruhum,
Yorgun,
Yatağında dönüp duran uykusuz, huysuz bir yaşlı adam sanki.

Ruhum feda etti seni
Kalp ağrısı.

Neden bilmem mollaların sarıklarına sarılı bir sarı kuşakta kaldı gözün.

Ama sebebim yok hesap sormaya, sorusu bende gizli tek bir yanıt var elimde...

Ruhum feda etti seni,
Git.

Git!..

27 Mayıs 2010 Perşembe

GELİN (1)

Alıp başını yalnız sokaklarda
Sessizce titreyen bir cana koştun,
Sustun, sustukça sen kendini seven o küçük haylaz adama koştun
Bir dam hayalindi damlar üstünde kalın kiremit
Rüzgar oynatsa ucunu salınır içi hanenin bilmez misin
Nedir bu dama olan hasretin?

Bir zarif hareketle yüzüklerin sonunda bir sırma köşk
Ve sen ısrarcı ama bir o kadar da narin ve susuz
Ama hayır demektense yorgun düşlerine
Ama seni sunan her güzelliğe hayır demektense
Evet dersin bir masada beyaz örtü beyaz duvak...

Sözler boşa çıktı şimdi, oynama benle.
Yüreğimde bir derin boşluk olur sessizliğimiz...

14 Nisan 2010 Çarşamba

23 Mart 2010 Salı

"Yolcu"dan ilk cümleler

Yorgun kalbimi sessizce çekip çıkarsam dünyadan, çektiğimiz acıları yok sayabilir miyiz? Yoksa vaadeder misin başka bir yüzünü yüreğinin, döndürdüğüm her aynaya gülen? Sadece ne evet de ya da hayır. ansızın verdiğin cevaplar ürkütüyor beni. Bir çevir kafanı ve bak yüreğine aynada benden başka sende kalan kaç kişi varmış?

9 Mart 2010 Salı

Martı

Kısa kuyruk,
Sessiz ol biraz kanıyorum...

Ruhumun içinde kıvrandığı değişken birliktelikle
Senin beni sevmen üzerine kurulu bir hayatım var benim

Neden bilmem sessiz ve kafiyesiz yaşamaklığım
Ama susarsam içmek için kan bulurum damda

Dam, ruhun sessiz çırpınışına iletim hattı olup
Kızıl zamanlarda bir sessiz günceyle yıkılır.

Göğüm, ruhun kızıl damında sessiz...

8 Mart 2010 Pazartesi

Bir İhtimal Daha Var

Çok severim bu şarkıyı. Bir Osman Nihat Akın bestesidir; oldukça içli, acıklı bir "eski" şarkıdır. Ama bit pazarına nur yağması misali yeniden moda olur gibi oldu hem de janjanlanmadan, yeni bir "cover" ile sağı soluyla oynanmadan. Hatta bay beyazgömlek'in msn iletilerine kadar girdi birden ve o an dedim ki ne oluyor böyle? Bu işte bir gariplik var; bu şark asla ve kat'a bu derece popüler olacak bir şarkı değil durup dururken. Mutlak bir popüler kültür kahramanının dilinden söylenmiş olmalı. Bir süredir nedir nedir nedir diye bakınıp dururken, buradan kendisine selam gönderilesice Meltem dedi ki Ezel diye bir dizi var, orada da ismini unuttuğum bir zat var; onun bir intikam sahnesine fon müziği edilmiş de bu derece rağbet görmeye başlamış. Hah, dedim İlker, gene doğru tahmin etmişsin. Bu milleti anlamaya mı başlıyorsun ne?..
Yok yok, o kadar da değil. Öyle acayiplikler var ki havsalam almıyor hâlâ pek çok şeyi...
Güzel bir hafta dilerim sevgili okur sana...

22 Şubat 2010 Pazartesi

Tararammm

Acaba ne yazsam?
Yazasım var ama yazmak için zaman sorunu var.
Hatta buraya bile...

Kafamda yazmak istediğim bir yığın konu var ama neresinden başlasam ve de ne yazsam bilmiyorum gerçekten de...
Ben de bu kararsızlığımı paylaşayım dedim.
Sessizce oturmak istiyorum ama çok gürültü var.
Çok insan, çok yalnızlık, çok ses...

Hadi güzel bir hafta geçirelim...
Hepimiz...

19 Şubat 2010 Cuma

Zindan

Necip, küçük ellerinde sünnet kınası, yaklaştı yakışıklı ağabisinin yanına.
Kulağına fısıldadı yalnızlığını.
Güven, kardeşini elinden tutup yatağına götürmekte tereddüt ettikçe, ıslandı göz pınarları Necip'in.
Adı Güven'di lakin güven neydi?

Necip, acıyan tenine dokunulmasından korkarak yaklaştı annesinin eteğine.
Gözlerinde dolu dolu olmuş yalnızlıkları fışkırıyordu.
Yatağının başına dolanmış tüllere bakıp iç geçirdi.
Beyazlarla kaplı bir zindana düşmekteydi yolu yine.
Kafesinde tülden parmaklıklar ve titreyen dudaklarının değdiği naftalin kokulu yastığı ile bezenmişti.

Necip, kafeste bir kuştu o sabah.
Kulaklarına çalınan müzik ansızın içini yaktı.
Kınalı ellerinden bir çeyrek altın düştü yere.
Kimse fark etmedi.
Aralık kapıdan ona gülümseyen o yüzü görmese, Necip de fark etmezdi.
Şimdi erik ağacına tırmanmak vardı ya...
Necip'in gönlü kaydı, gözü kaydı, yüzü kaydı...
Çarşafı zindan, çarşafi kefen, çarşafı yalan oldu.
Güven, ne demekti acaba?

16 Şubat 2010 Salı

Sabah

Ekin kokan kollarıma dolanan saçlarının
Yüreğime değen kirpiklerinin, çatık kaşlarının
Bir de yüzüme bakıp da düşen gözyaşlarının
Her sabah yeniden aşığı oldum ben...

8 Şubat 2010 Pazartesi

Mourice

Çok zaman evvel verdiğim bir sözü yerine getirmeye ancak fırsat bulunca insanın içi rahatlar ya, sonunda Mourice'in bana verdiği öyküyü Türkçe'ye çevirmeyi bitirebildim.
Öyküden bahsetmek istemiyorum; son derece şaşırtıcı bir konusu var; yakında zaten yayınlarız, okursunuz. Ama üzerimden kocamanca bir yük kalktı bu kısacık kitabı çevirmeyi bitirmekle. Başlarken, bir haftada bitiririm demiştim; sene 2007'di... Üç senede ancak bitti. Ama bitti...

28 Ocak 2010 Perşembe

Yıllar nasıl geçer?

Yıllar nasıl geçer diye bir soru, baştan da bana garip gelmişti ama Yunus, ilginç bir şekilde ve tabii biraz da fazla bilmişçe, konuyu kendince izah edince anladım ki sormak istediği başka bir şeymiş. Ve hatta böyle sorulacak bir şey değilmiş.
O zaman belki de sorunun Yunus tarafından kastedilen durumuyla değil de, daha sözcük anlamı bir durumla yanıtlamaya çalışalım.
Yıllar nasıl geçer, sorusu özünde birden fazla durumu barındırıyor sanırım. Ya da en azından ben iki tane buldum.
Birincisi, zamansal bir uzamda yılın ve dahası ardışıklık bakımından yılların nasıl geçtiği... Tek yanıtı ise süreğen bir geçiş, periyodik bir hareket vesair gibi algılanabilecek bir yaklaşım oluyor. Bu da bize t değişkeni bakımından bir periyod tanımlıyor ve her bir periyod, uc uca ekli dalgalar şeklinde ilerleyen ama daima ilerleyen yönlü bir doğrusallık sunuyor. Önce bir an geçiyor; sonra bir saniye, sonra bir dakika, sonra bir saat, sonra bir gün, sonra bir ay, sonra bir yıl...
Ama herşey hep değişirken, akış hiç değişmiyor. Zaten ikinci durum da sanırım bu herşeyin hep değişmesiyle ilgili...
Yaşamda, organik dünyada da, inorganik dünyada da her şey hep akışkan hep değişken. Formlar, birbirlerinin etkileri altında harekette ya da durağanlıkta... Isıl farklar var, ya da kimyasal değişimler...
Ama esas olan bir şey var; zaman geçtikçe biz de değişiyoruz ve yıllar geçiyor...

Ve bir şarkı:

I Know What It Is To Be Young.

http://www.youtube.com/watch?v=jIZZHadHG1o

20 Ocak 2010 Çarşamba

Bulmaca

Çok acıklı, çok muğlak
Bin dua ve bir küçük kanat
Yorgun ve sakin ama mutlak
Ama derin ve yakın
Ama benden ama değil
Kurcala biraz kutusunu Pandora'nın

Yanıt basit ama değil
Bildiğin bir şey ama değil
Hem hep var hem hiç olmadı
Hem güzeldir hem çirkin
Kahküllerinde kar tanesi var
Kar kokusu var ciğerlerinde
Kurcala biraz aklının odalarını
Yanıt içinde ama değil.

16 Ocak 2010 Cumartesi

EVCİLİK

Sesinle dolu satırlarda
Ağlamak istiyorum; ama biliyorum boşuna
Ben, gerçekler dünyasında bir sabaha uyanıyorum;

Sabahım sen koksa sade, iyi
Bir de hasret kokuyor.
Ben kokular arasında kıvranıyorum.

Garip ama temelli gitmezsin, biliyorum,
Oysa korkum dikenli bir tel başımda, gönlümde, dilimde
Dinlemesen de duyduğunu bilmek iyi geliyor çığlıklarımı…

Küçücüktük;
Su altında kel görünür gibi yalnız,
Bir itişme içinde yakın olduk, bir olduk kim bilir belki bir kez.

Biliyorum zor senle sevişmek;
Zor ama imkansız değil;
Evcilik bu nihayetinde; aşktan başka bir şey değil; ne de sade aşk değil.

7 Ocak 2010 Perşembe

Günaydın - 2

Sızmışım.
Kocaman ya kalbim
Hantalım biraz galiba,
Biraz da miskin.

Bahar dalım
Uyanışım
Yüreğinden taşan sevgiden
Tatmaya geldim.

Meleğim,
Gün doğdu
Uyan hadi
Sımsıcak bir günaydının var.

Günyadın.
Günaydım.
Günaydık.

6 Ocak 2010 Çarşamba

Günaydın:-)

İki lira bozuğun var mı?
Yaşam jetonum bitti.
Ama ne bu miskinlik
Kalk hadi, gerin bir
Uyan!
Uyan!
Uyan!
Günaydın:-)