Bu Blogda Ara

23 Aralık 2009 Çarşamba

Sessizlik

Biraz sessizlik istiyorum bazen. Hani herşeyden kaçmak gibi bir duygu sarsar ya insanı, işte öyle bir arzu bu. Dünyada bir an, kısacık bir an sonuna kadar susulsun istiyorum. Yorgun ruhum dinlensin diye...

14 Aralık 2009 Pazartesi

Kış

Soğuk olmaya başladı havalar, bir de yağmur filan, insanlarda da garip bir durgunluk, üşümüşlük sinmişlik hali belirdi. Ne oluyoruz diyene kadar ben anladım ki uzun bir sonbaharın ardından iyice kışa girdik. Zaten camımın önünde dikilip duran o kocaman ağaçta da yaprak kalmadı, arada bir gezindiğim kocaman parktaki ağaçların çoğunda da..
Kış, kar demek diye diretenlere inat, bence kış çok çalışmak, şemsiye mücadelelerinde kırılan şemsiyeler ve sağda solda unuttuklarımla birlikte 20 yeni şemsiyeyi bir sezonda harcamak demek; bir de yolda kalan otobüsler, üşümüş insanlardan oluşan uzun sıralar, vapurda donmak pahasına açıkta seyahat etmek ve denizin garip gümüşi rengine katlanmak demek.
Kış bir de yorgunluk demek, sabah yataktan kalmak için çok uğraşmak, soğuktan hemen büzüşüp yatak özlemiyle güne başlamak ve her zamankinden daha hızlı çalışan metabolizma nedeniyle hemen yorulmak demek.
Kış ama bazen de güzel şeyler demek. Daha uzun süre evde kalmak, üstüne palto giydiğin için ne giydiğine dikkat etmeden sokağa çıkabilme lüksü ve en güzeli de portakal ve patlamış mısır demek...
Hoş geldin kış...
Bakalım kar yağışını ne zaman göreceğiz...

7 Aralık 2009 Pazartesi

Yazma

Dudaklarında karanlık bir gürültü
Bir sesin kalmıştı bana bağlanmadık

Ne sabahların ten kokusu
Ne de gözlerimden akan bir damla yaş
İçimde seni ısıtacak ne kaldı ki
Ne olacak bu zor günde bize yoldaş

Yazmadım bilmez misin en kötüsünü
Asla kaderden usanmam ben, ellerimde binlerin kederi

Yüzden asılır, sana dönük yastağın kılıfı
Çarşafıma dolandıkça kokuna bulanırım;
Kokun ki sinemde bir rahle olur, göğe açan bir buket çiçek
Uykularım sessiz geçer, yokluğuna ulanırım.

Kıyamam, zor işte senden uzak kalmak, anlasana,
Yazma boşuna, dönmeyecek bir mektup hiçbir sabah sana...

3 Aralık 2009 Perşembe

Kaçamak

Hayatın sıkıntılı ve sarsıntılı olmadığı bir dönem de geçirecek miyim bilmiyorum ama bu kadar telaşenin ve hengamenin içinde bile sığınacak küçücük bir yer bulabilmenin huzurunu yaşıyorum. Soruyorum kendime, acaba ne zaman bir daha güneş doğacak, ne zaman bir daha bir dağ başında, soğuk akan sudan avuç avuç içmeye çalışacağım. işte yaşam bu belki de; özlemekle, umutlanmakla sürdürmek zorunda kaldığımız bir ceza. Ödülünü de bu dünyada aldığımız bir uğraşı belki de...
Ülkede çirkin şeyler oluyor. Dünya da belki de daha beterleri. Güzelini göremez hale geldik; haber bültenleri, gazeteler, ayak üstü sohbetler hep dert yüklü, acı yüklü, keder yüklü. Ne zaman soluk alacağız acaba. Ama derin derin soluyup tadını unutmak pahasına değil. Ne zaman soluk alacağız acaba gerçekten?
Ah, işte bu güzel. Ve zavallı bir bakışla günlük telaşımıza yumuluyoruz yine ve sessizce içimizde kıvranan güne yetişme arzunun bir buketinden kendimize pay biçmeye çalışıyoruz. Karanfillerse sessizce soluyor yüreğimizde. Gerçi bunu Feyza Hepçilingirler sormuştu daha evvel ama ben de tekrarlayayım hadi bu kaçamağa istinaden. Sahi, ne renk solar kırmızı karanfil?