Bu Blogda Ara

19 Şubat 2010 Cuma

Zindan

Necip, küçük ellerinde sünnet kınası, yaklaştı yakışıklı ağabisinin yanına.
Kulağına fısıldadı yalnızlığını.
Güven, kardeşini elinden tutup yatağına götürmekte tereddüt ettikçe, ıslandı göz pınarları Necip'in.
Adı Güven'di lakin güven neydi?

Necip, acıyan tenine dokunulmasından korkarak yaklaştı annesinin eteğine.
Gözlerinde dolu dolu olmuş yalnızlıkları fışkırıyordu.
Yatağının başına dolanmış tüllere bakıp iç geçirdi.
Beyazlarla kaplı bir zindana düşmekteydi yolu yine.
Kafesinde tülden parmaklıklar ve titreyen dudaklarının değdiği naftalin kokulu yastığı ile bezenmişti.

Necip, kafeste bir kuştu o sabah.
Kulaklarına çalınan müzik ansızın içini yaktı.
Kınalı ellerinden bir çeyrek altın düştü yere.
Kimse fark etmedi.
Aralık kapıdan ona gülümseyen o yüzü görmese, Necip de fark etmezdi.
Şimdi erik ağacına tırmanmak vardı ya...
Necip'in gönlü kaydı, gözü kaydı, yüzü kaydı...
Çarşafı zindan, çarşafi kefen, çarşafı yalan oldu.
Güven, ne demekti acaba?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder